İlk yazımın, Donnie Darko ya da Fight Club hakkında olacağını düşünmüştüm. Ancak bugün izlediğim film beni gerçekten çok fazla etkiledi ve hala beynimde sahneleri, replikleri dönüyor. Bu yüzden bu yazı I Am Sam hakkında olacak.
IMDB diyor ki; I Am Sam 2001 yapımı bir film ve Jessie Nelson yönetmiş. Jessie Nelson pek tanınmış bir yönetmen değil ve benim hoşuma giden bir filmi yok - I Am Sam dışında. I Am Sam gerçekten güzel bir filmdi, The Beatles hayranlığımı tatmin edecek kadar güzel ve kaliteli coverlanmış şarkılardan oluşan bir soundtracki vardı. Bu filmi iyi yapan şey, çok kaliteli oyuncuları ve güzel senaryosuydu sanırım. Bir de, ağlatan filmlerin her zaman daha çok beğenilmesi. Dikkat çekici bir nokta var ki, bu film her yerde "Sean Penn" filmi olarak biliniyor - Jessie Nelson adı çok daha az geçiyor. Gerçekten de bu film, Sean Pennsiz bu kadar güzel olmazdı.
Tak diye dalmadan önce, spoiler içermeyen ufak bir özet geçmeliydim sanırım. Sam Dawson isimli bir adam var, 7 yaşında bir çocuğun zekasına sahip. Gece kalacak ev arayan bir kadınla ilişkiye giriyor (ki filmin tek saçma bulduğum noktası bu oldu. 7 yaşında bir çocuğun zekasına sahip ise, ki hareketleri de o yönde, bir cinsel ilişkiye girebilir mi?) ve kadın hamile kalıyor. Adı "Lucy Diamond" olan çocuk (ve bu da filmin en güzel ayrıntısı) 7 yaşına geliyor ve babasından daha akıllı hale gelmeye başlayınca mahkeme Lucy'yi Sam'den almaya çalışıyor.
Özürlü bir kişiyi oynamanın kolay olmadığına eminim. Ayrıca her filminde gayet karizmatik rollere sahip Sean Penn'i, bunu ego meselesi haline getirmeyip bu kadar başarıyla oynadığı için her sahnede tekrar tekrar takdir ettim. Biraz araştırdıktan sonra, tahmin ettiğim gibi rolüne hazırlanırken uzun bir süre zihinsel engellilerle bir arada olduğunu ve hareketlerini incelediğini öğrendim. Zaten bu rolü başarıyla kotarıyor, dudak hareketleri, bakışlarındaki boşluk, duruşu, her türlü ayrıntı çok başarılı.
Michelle Pfeiffer, Sam'in avukatı, çalışan bir kadının stresini ve hayatını düzene sokma çabasını o kadar güzel yansıtmıştı ki, şu an onu bir aktris olarak düşünemiyorum. Mükemmel olma çabası rahatlıkla hissediliyordu. Tek bir hareketinden, nasıl bir karakter olduğu görülüyordu. Oynadığı sahnelerin çoğu, başarısız bir oyunculukla yapmacık görünecek sahnelerken o bunların hepsini başarıyla kotarmıştı.
Dakota Fanning, bu film çekildiğinde 7 yaşındaymış ve o kadar iyi bir oyunculuk sergilemişti ki, 1990 sonrası doğumlu oyuncular arasında en sevdiğim aktris oldu. Şu anki fotoğraflarına bakıp kıskançlık krizlerine girene kadardı bu, daha da güzel biri haline gelmiş. Ve röpörtajlarına bakılırsa oldukça zeki. Bu sene izlediğim Push isimli saçma filmin en iyi yanı da, Dakota Fanning'di.
Jessie Nelson, bu filmle başarılı bir yönetmen olduğunu kanıtlamış. Şu anda açıklayamadığım (ki yapmam gereken bu aslında, ama izlemeden anlaşılmıyor gerçekten) bir şekilde, diğer filmlerden ayıran bir fotografik yapısı vardı filmin. Bir Tarkovsky veya Türk sinemacılardan örnek vermek gerekirse Nuri Bilge Ceylan filmi gibi "her karesi fotoğraf gibi" şeklinde değil ama, insana oradaymış hissi veren sahneler. Bunun en büyük sebebi de, konuşan kişilere yapılan yavaş zoomlar diye düşünüyorum (ama yanılıyor olabilirim tabii).
Son olarak, ve bu bir spoiler, mutlu biten filmleri seviyorum.